30 Eylül 2011 Cuma


sonbaharın ilk yağmuru düştü. birazı denize, büyük ölçüde şehre, bir kısmı da yüreğime… hüzün çöktü her yere. herkes, herşey sessiz… suskun… sanki yağmura değil de, soğuyan havaya kırgın…

28 Eylül 2011 Çarşamba


yeni favorim… beğeniniz! =)
aklıma geldi de, bu yıl ne sonbaharı karşıladım, ne de eylül'ü, her yılın aksine… hayatımda belki de ilk defa bir eylül ayını çok mutlu geçirdim. umarım diğerleri de böyle devam eder… gerçi sürekli tartışacak bişiler bulabiliyorum… o yüzden sevgilim benimle uğraşmayı bırakmış! kendim göreyim istiyomuş ve bu yüzden sesini çıkartmıyormuş! AMAANN TANRIMMM, sonunda beni anlayan, müthiş zeki, harika bir erkek! ewet, ewettt!!! biliyorum, daha deneyimlisiniz, daha çabuk sezinliyorsunuz, birçok şeyi öngörebiliyorsunuz… vs. AMA kimin umrunda? annem ve babam da uyarıyor ama kendim görmek istiyorum. hatta açık ve net, bazen yaptığım hataları bile seviyorum. çünkü ben böyleyim… =) (hatta biraz tuhaf bile olabilirim, ama siz zaten beni böyle kabulleniyorsunuz.)
bi de bu noktada değinmeden geçemicem. ilişkimi tartışarak, kavga ederek yürütebilmeyi; deli gibi kızdığım ve hiçbir şekilde sonuçlandıramadığımız halde sebepleri öylece bırakabilmeyi öğreniyorum bu aralar… hatta önce kavga edip, sonra sakince konuşabilmeyi çözüyorum..
bu kız bu konuya takılmış abi, demeyin ama büyüyorum sanırım. bi de değişiyorum ama iyi anlamda… kendimi arıyorum, ipucu bulunca bir kenara not ediyorum… içimde eskilerden neler kalmışsa arada gözden geçiriyorum. işte bunlardan birinde aklıma geldi yine her yıl okullar başlarken, eylül çok hüzünlü olurdu. artık okul bitti diye mi bu sene bana uğramayı unuttu, nedir? özlemişim ben meğerse eylül'ü ve kızıl saçlarını… 

27 Eylül 2011 Salı

yorgunum dostlar, yorgunum… bir haftadır koşturmaca… aslına bakacak olursak, benim işlerim de koşturmacalarım da hiç bitmez. nedendir bilmem, ezelden beri sürekli meşgul olmak, yapacak işlerimin olması, ve bunların peşinden koşturup helak olmaktan sapıkça bir zevk duyuyorum. az biraz çatlak olabilirim, ama deli değilim… boş durmaktan hoşlanmıyorum. aslında boş olmasa bile durmaktan hoşlanmıyorum. tik tak tik tak… 
bu haftaya vize başvurusuyla açılış yaptık. ekim sonu Londra'da olacağım. haliyle onun hazırlıkları vardı, uçak bileti, otel rezervasyonu, vize evrakları… vs. o tantanayı atlatıp kendimi kuaförün hünerli parmaklarına bıraktım. şu saçımı kestirmekten kendimi alamıyorum… bir daha hiç uzatamayacağım sanırım… 
sonra milongaya gittim. çok özlemişim! herkes şıkır şıkır giyinip geliyor. pratiklerden çok daha hoş bir ortamı oluyor. dans etmiyorsanız bile, seyretmek için mutlaka gidin! benim favorilerim MilongaPera ve El Encuentro tarafından düzenlenenleri… 
ee daha başka noldu diyorsanız, arkadaşlarım Banu ve Selçuk evlendi. hep birlikte keyifli bir gece geçirdik. tabi gecede tango çalınınca boş durmadık, sevgilimle. dans ettik birkaç parça… çok beğenildi. 
bu haftayı da kendime ve işlerime ayırmıştım ama sanırım yine dışarılarda ve hep bir yerlerde olucam… pad'im nerdeydi benim?? 

20 Eylül 2011 Salı


fotoğraflara tek tek baktım yine. son gün akşamüstü, güneş arkamızdan kayaların arkasından batarken kumsalda dinlettim şarkımı… gizli inimi, onunla paylaşıyordum ilk kez… bu şarkıda içimi umutla doldurabiliyorum, ya da hüznümü bu şarkıya dökebiliyorum dedim… dinledi, sonra gülümsedi… belli ki o da aynı şeyleri hissetmişti. sonra itiraf ettim. otobüsle dönerken eve, dinliyorum. geçirdiğimiz günü düşünüp mutlu oluyorum dedim. ve vapurla dönerken de geride bıraktığım limana bakıyorum, hep bir hüzün çöküyor içime. seni bıraktığım için… taa gözlerimin içine bakıp gülümsedi, eğilip öptü sonra…

16 Eylül 2011 Cuma

itiraf etmek gerekirse, bloglar bu konuyla ilgili bir dolu yazıyla doluyken ben ne yazabilirim diye epeyce bir düşündüm… sonra dedim ki, aklıma niye yazacak birşey gelmiyor. beynimde o güne ait imajların kitlenmiş olduğunu ancak o zaman farkedebildim. sonra olaylar flashback olarak geri dönmeye başladı.
kent merkezinde oturanları burdan tebrik ediyorum, ne kadar şehrin gürültüsü ve kaosu içinde yaşıyor olursanız olun, emin olun benim çektiklerimi yaşamıyorsunuzdur… 15 Eylül 2011, hayatımda gördüğüm sayılı günlerden biri olarak anılarımda yer edindi. girip çıkmadığım yol kalmadığı için diyebilirim ki, istanbul'da ne kadar cadde, yol varsa sonuna kadar tıkalıydı… ister maç deyin, ister başka birşey, hatta sebeplerine isterseniz, fashion night out'u da ekleyebilirsiniz_ki bu içlerinde en hafif kalanı_trafik tam anlamıyla durdu. 3,5-4 saate levent'e ancak gelebildim ve otoparkta yer bulup da içeri kendimizi attığımızda zaten yorgunluktan ölebilirdim. gerisini de hayal mayal hatırlıyorum… içerideki mağazaları, etkinliklerini, indirimlerine bakarken saati 11 edip markalar sokağına öyle çıktık.
genel olarak etkinliğe katılım geçen seneye oranla daha hafifti. özellikle genç kesimin, üniversite tayfasının daha da çok katılımını beklerdim ki, ciddi anlamda hayal kırıklığına uğradım diyebilirim. haftaiçi yapılıyor olması da ayrı bir dezavantaj idi bence… bir başka nokta da yapılan ikramlardı… mağazaların sunumları…vs gayet hoştu ama sponsorun yetersizliği, şarap/bira ikileminden çıkılamamış olması ve tabi ki sunumlardaki eksiklik, dolayısıyla da FNO standlarında yaşanan izdiham gözüme en çok çarpan noktaydı.
tabi öncelikle eksik görülenler söylenir ama güzel yanlarını da söylemek lazım…  geceye özel tasarlanan t-shirtler, çantalar çok güzeldi… dışarıda oturacak yerler daha çoktu ya da en azından yanında durulabilecek standlar vardı… 
yine de daha iyi olabilirdi. tatminsizlik mi doyumsuzluk mu yoksa burnu havadalık mı bilemiyorum ama kollektif çalışmalar yapılabilir, daha yaratıcı fikirlerle ortaya çıkılabilirdi diye düşünüyorum… bakalım seneye nasıl olacak? 

14 Eylül 2011 Çarşamba

ENRICO MACIAS, HARBIYE AÇIKHAVA’DA…

romantiktir benim sevgilim… enrico macias'ı çok sever. birkaç kez söyledi, gitsek keşke diye… bundan daha güzel bir hediye olabilir miydi? gidip aldım iki bilet, onun da aynı şeyi yapmadığını ümit ederek. hediyelerimizi verirken dayanamadım. sır tutamam ki ben… çıkarıp koydum önüne biletleri. dondu kaldı… söyleyecek söz bulamadı. onu hiç bu kadar şaşırmış görmemiştim. resmen dili tutuldu. onun da bilet almaktan son anda vazgeçtiğini öğrendiğimde, bu defa ben şaşırdım… aynı şeyleri düşünüyor olmak zaman zaman korkutucu olabiliyor… 4 biletle, karşılıklı pişti olabilirdik ne de olsa =) 
oldukça kalabalık, çok keyifli ve inanılmaz romantik, güzel bir geceydi… 

13 Eylül 2011 Salı

BUGÜN BENIM DOĞUMGÜNÜM…

tuhaf… küçükken bütün gün çıldırırdım. akşama kadar anneme yardım eder, misafirler gelinceye kadar her yerin eksiksiz olması için canla başla çalışırdım… şimdilerde ise herhangi bir günden farkı yokmuş gibi geliyor-du! sabahın köründe arayıp en tatlı sesiyle doğum günümü kutlayan sevgilimi duyuncaya kadar… çocuklar gibi sevindim ve kendimi doğum günü çocuğu gibi hissettim.
olabilecek her türlü aksilik, gün boyu yakamı bırakmazken; benim nasıl uysal, sakin ve tasasız olduğumu görünce kaçtı sanırım! doğum günlerimin olmazsa olmazı bir Starbucks Partisi yaptık… akşam da aile arasında kutladık. 
şaka maka artık 24 yaşını devirdim… çok büyük bir yaş değil belki ama ileri dönük bakınca zamanın nasıl hızlı geçtiğini farkediyorum. korkutucu geliyor, bir o kadar da heyecanlı… zaten hayatın kendisi başlı başına bir adventure… 
iyi ki doğdum… =)

8 Eylül 2011 Perşembe

KUŞLAR EVE DÖNDÜ…

anneyle baba nihayet eve döndü. dolayısıyla evdeki saltanatımız da sona erdi. =) en sevindirici yanı ise artık kendimi ev kadını gibi hissetmiyor oluşum. ev boşken desperate housewife'a dönüşüyorum sanırım. 

6 Eylül 2011 Salı

♥ JAY KAY & JAMIROQUAI ♥

kime niyet kime kısmet derler böylesine… hiç aklımda fikrimde yokken, alınmıştı biletler. üstelik fırsatım da olmamıştı ilgilenecek kadar. biletin sahibi sevgili arkadaşım ise, Litvanya'da düzenlenen 2011 Avrupa Basketbol Şampiyonası'nı izlemek üzere planlar yapmıştı. tabi noldu? Jay'in bileğini burkması bana yaradı. maç ile konser tarihleri çakışınca, bilet önüme altın tepsiyle sunulmuş oldu… 
hareketleri, mimikleri, dansları, şarkıları ve elbetteki kızılderili başlığı ile çok sempatikti… sanki 40ında değil de 4 yaşındaymış gibi kıpır kıpırdı. her ne kadar bu hareketliliği, net fotoğraf çekmemi güçleştirse de, onun bu zıpçırık halini sevdim. onu Jay Kay yapan da bu… 

3 Eylül 2011 Cumartesi

¿TATIL?

mum eşliğinde içilen şaraplar, yanına hazırladığım enfes atıştırmalıklar, elimizde tüttürdüğümüz sigaramız ve bolcana dedikodu… cansuyla geçirdiğimiz keyifli birkaç günün sonrasında ise kendimi bayram tatiline gönderdim. çok güzel, çok keyifliydi… 
bodrum, çeşme gibi yerlerde tatil yapabilenlerden değilim. tatilde benim kafam rahat olmalı… öğrencilik döneminde hiçbirşeye olmadığı gibi, Olympos'un da keyfini sürecek vaktim olmamıştı. hem de tam 3 kez gitmiş olmama rağmen! çantamı topladığım gibi soluğu güneyde aldım. yanımdaki kişinin de benimle aynı moda girebilmesi kadar sevdiğim başka bişi yoktur! zaten insanlar niye bu kadar kasıyor, onu da anlamış değilim. 
çantaları bir kenara atıp kendimizi bıraktık olympos'un kucağına… istanbul'un soğuk yüzü düşmemişti neyse ki. birbirinden güzel geçen tam beş gün… yurtdışında aylarca gezebilirim ama yaz tatillerinin uzunu beni basar, sıkılırım. bu tatil hiç bitmesin istedim… temiz hava yüzünden çardaklarda sızdık, bulduğumuz ilk bara girip balkan müziğinde deliler gibi tepindik, biramızı içip ÖküzBar'da saatlerce dans ettik, Indiana Jones'culuk oynayıp kenti dağ bayır tırmanıp koy koy gezip keşfe çıktık… 
her güzel şey gibi bu da geçti. özlemişim istanbul'u… ehh, artık yeni tatil planları yapmak gerek… ne diyor tatilsepeti, “hepimiz tatil için çalışıyoruz…”