31 Aralık 2011 Cumartesi


2012'nin herkese sağlık, başarı ve mutluluk getirmesi dileğiyle…
yeni yılınız kutlu olsun!!!
yeni yıl hazırlıklarıyla iyi gider…
yıllar evvel evimden çok uzaklarda, hiç tanımadığım insanların yanına çalışmaya gitmiştim, bir süreliğine… güzel günler yerini hayli streslilerine bıraktığında farketmiştim bu şarkıyı. ewet eski ve bilindik bir şarkıydı ve muhtemelen tracy chapman yorumunu dinlemişsinizdir. ama bu yorumu yapan kimdi bilmiyordum hiç. ekipteki eskilerdenmiş… öyle demişlerdi. sanki isimsizmiş gibi… 
ne uykusuz geçirdiğim geceleri, ne de dinlemeden çalıştığım günleri hissettim. denizle kucaklaşan terasta yalnız çalışırken karşıladım doğup batan ay ile güneşi… yanımda bir tek bu şarkı vardı, günlerin çabucak geçeceğini müjdeleyen…

30 Aralık 2011 Cuma

arabalarda niye inadına deri koltuk kullanılır hiç anlamam… bi kere yazın inanılmaz sıcak olur. bacağınız oranız buranız yanar… ikincisi kışın inadına soğuktur. donarsınız… üstelik deri kumaş kaplaması için normal ederinin üzerine bir ton para daha dökersiniz… neden peki? paranızla rezil olmak adına!!! 
peki konuya nerden geldik diyebilirsiniz… ya da noldu da aklına geldi birden…
geçen akşam ofisten çıkmış, ayağımda 14cm'lik topuklularımla yeni yıl alışverişimi beyoğlu'nun klasikleşmiş insan kalabalığı içinde zar zor halletmiş, dolmuş kuyruğunda uzun süre bekledikten sonra nihayetinde binebildiğim dolmuşun deri koltuklarında çektiğim ızdırap sonrası konuya gelmiş bulunuyorum. üzerimde deri birşey olmadıkça o koltukta oturmak imkansızdı. zaten arka sıra olarak komple kaydık. ne viraj ne düz yol… farketmedi… aracın yarattığı her artçı sarsıntıda, boy endeksine göre kalça boyutlarımı da göz önüne alınca teknik olarak 3 ila 5 dk içinde tamamen kapının önüne yatmış olmam kaçınılmazdı. hele de ani frenler bu süreyi yalnızca bir refleks kadar kısa bir süreye düşürebiliyordu… 
çılgın şoförümüzün trafiğe takılmasına nasıl şükrettiğimi tahmin edersiniz. artık kapı tarafındaki koltuklara oturmuyorum =)

29 Aralık 2011 Perşembe

önceki gece, rüyamda ofisteydim!!! bütün günümü geçirdiğim yetmediği gibi kendime ayırabildiğim kısıtlı tek zaman dilimi olan rüyalarımda da burda olduğumu görmek korkutucu!!! son günlerde işimin bütün hayatımın kapladığından bahsediyorum. ki son örnek de bunu destekler nitelikte. önümüzdeki ay için yaptığım programlar için sabırsızlanıyorum. başka türlü bu moddan çıkış zor gibi gözüküyor. ay sonu geldi ama bir türlü diğerine geçemiyoruz. =) zaman inadına yavaş akıyor sanki…

26 Aralık 2011 Pazartesi

uzaklaştığını düşünmesem de sesinde, konuşmasında beni kendinden uzak tutan şeyler vardı. bir olur, iki neyse ama sonra… ters giden neydi? beynimi yiyen sorularla baş başa geçen birkaç günün sonunda bu hep böyle mi gidecek korkusu geldi oturdu… hatta baş köşeye yerleşmeye yeltendi. kimse benim mekanımda ahkam kesemez! ‘o korku hemen gidecek’ dedim. ama nasıl? 
bazı şeyleri güzellikle halledemeyeceğinizi hissedersiniz. diklenirseniz baştan faul yapmış olursunuz. ee peki? sonra? napmalı yani… bilinmezliğin sessizliğine gömüldüm. sustum… başka ne yapabilirdim ki? 
sonra… yağmurlu geçen kasvetli gri gökyüzü aydınlandı. beyaza büründü. ardından ilk kar taneleri düştü, en umutsuz olduğum anda. ona verdirdiğim söz geldi aklıma. bir işaretti işte bu. korku usulca çekildi yerini sukunete bıraktı. paylaşım ve huzur gelinceye dek yerini doldurdu. empati dedi ki, kendine baktın mı son günlerde? sonra elime bir ayna aldım, inceledim epeyce. sonra anladım ne demek istediğini… 
velhasıl kelam, önce aşk geldi… ardından da paylaşım… onlar sahneyi huzura bırakırken gökten üç elma düştü. ben istediğimi aldım, hepsi sizin olsun…

23 Aralık 2011 Cuma

dün gece iş çıkışı çukurcuma'nın yokuşlarına kaptırmış kendimi, inerken tophane'ye önüm kesildi, tophane-i amire'nin yeri soruldu, üstelik tam da önünde. durum ikinci kez tekrarlanınca tophane-i amire'de neler oluyor suali düştü aklıma… iş hayatı yüzünden bu kadar mı kopmuşum hayattan. hiç dikkat etmemişim nerde señor Dali diye… 
sevgili okulum mimar sinan güzel sanatlar üniversitesi'nin ev sahipliği yaptığı Salvador Dali sergisi, Rene Magritte, Andy Warhol gibi dünyaca ünlü sanatçıları koleksiyonunda barındıran InArtis ile Kült işbirliğinde gerçekleştiriliyor. 
121 adet eserin yer aldığı sergide 20. yüzyıla damga vurmuş Dali‘nin, “İlahi Komedya”, “Sürrealizm İzleri”, “Gala ile Akşam Yemeği” adlı 3 ayrı başlıktaki eserleri yer alıyor. tophane-i amire'nin büyülü atmosferinde dün açılışı yapılan sergiyi 26 Şubat'a kadar görebilirsiniz. 

20 Aralık 2011 Salı

gün evde kalma günüydü aslında, sevgiliyle geçirilmesi gereken bir gündü bugün… tüm gün battaniyenin altından hiç çıkmadan ve nostaljik filmler izleyerek geçirilesi bir gündü… sıcak çayın ısıttığı bedenlerin yağan yağmurun ıslattığı camlara bakarken üşüyeceği bir gündü. 
gün battı sisli gri bir havanın ardından… karanlık çöktü üstüne. kocaman bir karanlık… kulaklarım uğulduyor artık, ve başımda dayanılması güç bir ağrı… gittikçe şiddetini arttıran, katlanamadığım bir hal… 
artık uyumak istiyorum. biraz olsun uyumak, saatin kaç olduğunu, ya da kaçta uyanacağımı bilmeden… 

15 Aralık 2011 Perşembe


iş hayatım, sosyal yaşantımı katletmeye devam ediyor. aralarında tam bir mutabakat sağlayamasam da barış görüşmeleri devam ediyor. güne erken başlamak, uyumama müsade etmese de, güneşin doğuşuna ve batışına şahit olmamı sağlıyor. otobana yansıyan güneşin ilk ışıkları uyandırıyor mesela. ama en çok gün bitimini seviyorum sanırım. mutfağın penceresi bir tablo çerçevesi misali, içine batan güneşin kızıllığında uzanan galata kulesini koyduğunda tüm yorgunluğum uçup gidiyor. bir de jay kay var… o bir meditasyon biçimi. her sabah bir ölçü alınası… ahhh öğlen oldu bile nerdeyse. hadin ben kaçtım.

7 Aralık 2011 Çarşamba

Sadi Ozis ve Kare Metal Retrospektif Sergisi
Prof. Sadi Öziş’in tasarladığı Türkiye’nin ilk metal mobilyalarının yer aldığı ve Türk tasarım tarihinin bir dönemine kapı aralayan “Sadi Öziş ve Kare Metal Atölyesi” sergisi dün akşam bir kokteyl ile Tophane-i Amire Kültür Merkezi'nde açıldı. 
6-17 Aralık 2011 tarihleri arasında Tophane-i Amire Kültür Merkezi'nde açık olacak sergi, 20-30 Aralık tarihleri arasında ise Üniversitenin Osman Hamdi Sergi Salonu'nda izlenebilecek. Sergide, Prof. Sadi Öziş'in İlhan Koman ile birlikte açtığı Kare Metal Atölyesi'nde yaptığı Türkiye'nin ilk metal mobilyaları dışında, 60 yılı aşkın sanat yaşamının farklı dönemlerinden resim, heykel, bakır panolar gibi eserleri de bulunuyor.

30 Kasım 2011 Çarşamba

29 Kasım 2011 Salı

bugün annemin doğum günü!
annem…
beni yaratan kadın! ilk örnek aldığım… 
güçlü, yılmaz, bilge kadın…
elimden tutan, destekleyen, yetmeyince itikleyen,
ilerlemem için hep teşvik eden,
yanımda olan, karşımda duran,
sarıp sarmalayan,
küsüp giden, sonra kıyamayıp dönen,
yalnızlığımı paylaşan, 
mutluluğumda sevinçten çıldıran,
nazımı çeken,
benim için uykusuz kalan, 
yaşımdan başımdan utanmadan birlikte uyuyabildiğim… 
nice güzel yaşlara annem…
geçecek her yaşın bir öncekinden daha güzel olsun!
iyi ki varsın! =)

17 Kasım 2011 Perşembe

TO DO LIST IN LONDON

do not even think of returning home without doing these…
i loathed but try to drink an English beer even if you hated. (they say Ale is the best.)
get a bike tour (if it’s possible, take your boyfriend with u) or have a picnic in Kensington or Parks, or both of them. 
take a shot of night view of Harrods. then enter Harrods and feel the ambience.
get in bus number14 from Kensington, then get off in front of Harrods and arouse everyone in the bus jealousy. they are going to think that stay in a hotel over there. 
get a tour in Portobello Rd and see Nothing Hill. at the end of the day watch the film “Nothing Hill”, thus u can catch the details. 
on a sunday, go to Camden Town. it’s going to be crowded but the bazaars are great. you can find many different and special designs or second-hand clothes, accessories… 
spare some time to shop in vintage bazaar of Spatialfields Market and take a look at vintage shops in Brick Ln
these are all i can remember. if u have a chance to be in London, just try to feel the city. 

15 Kasım 2011 Salı

H E Y , I ’ M B A C K …

hey! it’s been for a while. i couldn’t find any time to write u. i’ve started to work and naturally i lost my time sense. well, i was in London as u know. i had meetings with Emily and Zoe in Kingston and Brunel Universities. of course, it wasn’t just a business trip. i’ve seen many places. but i have to admit that London was quite expensive, at least in first few days you feel so. after a couple of days, you get used to living conditions and prices. anyway, money and the economy are the most boring subjects if you telling your travel stories, although they are the most important components in our lives. here you are my latest rumors and impressions…
big ben was so british. the british museum was magnificent and london eye was a marvel of engineering. Kate’s palace does not seems like a real palace. to be honest, buckingham palace couldn’t impressed me but the officers in lead soldiers guise of the palace were charming. none of sightseeings could hit my heart but i adored the city. it was just beautiful. 
one day, London could be my home but i will always reject their English beers. somehow, i couldn’t like their tastes. i found out a Cezhc beer. it's Straropramen but everybody calls it as “Star”, certainly with a british accent… its taste was highly similar with Efes. Cezchs definitely have a fine palate.
and there is one more thing. i made a “to do list” for London.
g u e s s   w h a t ?
i t ’ s   c o m i n g   u p   n e x t !

28 Ekim 2011 Cuma

HI THERE!

hi there! i’m back again… it was such an amazing trip. we’ve seen wonderful places and met with nice people. details coming soon!

21 Ekim 2011 Cuma

çantamı nihayet topladım, hazırlıklar tamam… birkaç saat içinde havalimanına doğru yola koyulcam. inanılmaz yorgunum… duş almalı ve göz bandımı takıp birkaç saat kestirmeliyim. ya da kendime bir kahve hazırlayabilir ve dört saat boyunca uçakta uyuyabilirim ama uyandığımda ayılmak kadar insanın dağılan şeklini toparlaması da güç oluyor. ayrıca yolculuğu kitap okuyarak geçirme arzusu her yanımı sarmış vaziyette… londra'dan yazarım gene… ayrı kalamıyorum ki hiç…

20 Ekim 2011 Perşembe

İstanbul Modern Sinema, Goethe Enstitüsü işbirliğiyle, Türkiye’den Almanya’ya göçün 50. yıldönümü nedeniyle Karşıdan Bakış adlı bir film seçkisi düzenliyormuş. Kaçırmayın derim.

19 Ekim 2011 Çarşamba

kışlık alışverişimi tamamladım, ama yine de eksik bulabilirim… kadınların alışverişi bitmez derler ya, aynen öyle. listeyi tamamladım derken yeni bir liste oluşturabilirim. mesela kasım ayının maaşıyla alacaklarımla aralıkta alacaklarımın listelerini ayrı ayrı oluşturdum. daha da eklenecekler buluyorum… 
pazar günü yorgunluktan yürüyemeyecek hale gelinceye dek dans ettim… ama sadece dans etmedim, tango tekniği de çalıştım. kaslarımın sızlaması nedense bana ayrı bir keyif veriyor. ne de olsa positive masochistim ben!

ÖZGÜR RUHLU, PEMBE SAÇLI KIZ…

tesadüf eseri tanıştım ben Merve'yle. üniversite yıllarımın çok başlarında, aynı workshop'a katılmıştık. o zaman biz dört kişilik bir gruptuk. 5dk içinde birbirimize ısınmış, 1sa içinde de aynı odada kalmaya karar vermiştik. tüm programı baştan aşağı değiştirtmiştik. şaker pembe renkli saçları, üzerindeki rockçı havası (!) ve kendinden emin hali etkilemişti belki de beni. bahçeşehir üniversitesi'nde mimarlık okuyordu. fotoğraf çekiyor, rakı içiyor ve arkadaşlarıyla kurdukları grupta şarkı söylüyordu. en azından bir zamanlar söylermiş… o benim özgür kızımdı… yapmak istediklerim, olmak istediğimdi… 
kendime en yitik olduğum dönemde tanışmıştık aslında. neden bilmiyorum, bana benden daha çok güveniyordu. sözünü sakınmadan dürüstçe söylerdi ve yapabileceklerimi önüme sermişti. o kuralsızdı ve tüm zincirlerimi o kırmıştı. içinde sıkışıp kaldığım tüm kuralları o yıkmıştı. hep daha iyisini yapabileceğimi ve hep en iyisini elde edebileceğimi gösterdi. ilk mimari fotoğraflarımı onunla çekmiştim. iyi fotoğraf çekebileceğimi bile onunla farketmiştim. belki tüm bunlar olurken o bile farkında değildi yaptıklarının da, sonuçlarının ne olacağının da… ama o benim içimdeki özgür ruhtu. 
yıllar içinde çok az kere görüşebildik. son görüşümde pembe saçlı kız yerini Merve'ye bırakmıştı. son görüşme beni sevindirdiği kadar bir o kadar da afallatmıştı. çünkü o büyümüştü. ben de büyüdüm sanıyordum ama belli ki hep küçük kız olarak kalmışım. buluşmamızda da o hallerimizi bulmayı ummuştum. 
aradan bir yıl geçti ve Merve evlendi! gece boyunca ben de geçen zamanı, yaptıklarımızı, yaşadıklarımızı gözden geçirdim. sonra dönüp kendime baktığımda, benim de artık içimdeki özgür ruhu serbest bırakma vaktimin geldiğini hissettim. yakın bir zamanda belki ama hemen değil… o ruhu geç elde ettim. onu bırakmaya da büyümeye de hazır değilim daha….

hiçbir zaman günlük yazmak konusunda başarılı olamadım. iki gün yazar, aylarca hatta bazen yıllarca unuttuğum olurdu. her seferinde tekrar başlamaya karar verirdim ama sonuç yine aynı olurdu. yazmak konusundaki kabiliyetsizliğimi ortaya serdiğimi düşünüyordum ki blogum ufkumu açtı. sorun aslında yazabilmek yazamamaktan çok anlatacak şey bulmakta sanırım. 
mesela son birkaç gündür bilgisayarımdan da blogumdan da ayrı kalmak içimi çok acıttı. =) ama her zamanki gibi koşturmacam bitmiyor. yoğun bir haftasonu olduğu kadar bu hafta da beklediğim üzere oldukça yorucu geçiyor. cumartesi gecesi Merve‘yi evlendirdik. geçmişimde dolandım durdum bütün gece. sonra pazar günü Avrasya Maratonu'na katılmışçasına koştum, dans ettim, çalıştım. pazartesi gününe uykusuz, oldukça yorgun başlamışken yol hazırlıklarım kuşattı dört bir yanımı. alınacaklar da alınacaklar listem de hiç bitmez! ayrıca havanın 5 dereceye düşmesi de bir o kadar işlerimi yokuşa sürüyor. neyse ki yarından itibaren buz tutan yerlerimizi az da olsa eritebileceğiz… 

13 Ekim 2011 Perşembe

geçtiğimiz günlerde, cumartesi cumartesi yapacak birşey bulamadım… mağazalara bakındım, gazete okudum, kahvemi ve sigaramı içtim ama zamanı tüketemedim. aradım Demir'i. yemek yiyelim dedim, çok vaktim yok ama kahve içebiliriz dedi. atladım gittim Atatürk Oto Sanayi'ye. naptın orda demeyin! zira her duyan aynı tepkiyi veriyor. sokakları da mahallesi de ayrı çirkin ama bn doğuş power center‘a gittim. alışveriş merkezi gibi bir yer. giriş katında büyük bir oto galeri mevcut. doğuş otomotiv'in yeri… oturduk, kahvemizi içtik. yarım saat sonra sevgili de geldi. işlerini düşündüğümden de çabuk bitirmiş. tabi gün ortasında, hele de iş güç arasında çok vakit olmuyor görüşmeye. Demir, Ntv'nin yeni stüdyolarının şantiyesinde çalışıyor. başarılı bir iç mimar kendisi. gelmişken sizi gezdireyim dedi. 
içerisi başarıyla tasarlanmış, son derece güzel detaylarla da taçlandırılmış… doğrusu çok beğendim. Vogue dergisi yeni yerine çoktan geçmiş bile. diğerlerinin ise taşınmak için zamana ihtiyacı var. stüdyolar deneme çekimlerinde… ayrıca henüz duyuruldu mu bilmiyorum ama Star da, Doğuş grubu tarafından alınmış. bütün katları, ofisleri, giyinme odalarına kadar gezdik. fotoğrafları da tadilatlar bittikten sonra edinip paylaşacağım. 
muhteşem bir video, inanılmaz güzel bir müzik…. benim gibi yeni uyananlar varsa güne bu güzel şarkıyla başlayın. 

12 Ekim 2011 Çarşamba

sizce de bugün havanın yağmurlu olması gerekmiyor mu? hayır hayır, norah jones dinlediğim, erken kalktığım veya sıcak çayımı yudumladığım için demiyorum… sanki bu hava bugüne uymamış gibi geliyor. not match! peki o zaman. biz de perdelerimizi indirir, abajuru yakar, keyfe devam ederiz. kışı kabullenme çabalarım… ya da çabuk mu teslim oldum yazın bittiği gerçeğine… ama artık su bile soğuk akıyor. inkar etmek yersiz bir çaba. christmas'ın gelmesini dilemek ise umut verici…

11 Ekim 2011 Salı

uyumadan önce iyi gider… =)

POSITIVE MASOCHIST…

insan baykuş olunca, kurtulamıyor eski alışkanlıklarından… dün gece sabahlayıp tamamladığım paftaları bu sabah gönderdim sahibine. neyse ki iyi geçmiş jurisi. inanılmaz derecede uykum var. bütün gün yollarda uyukladım. en son metrobus'te ayakta uyudum mesela. ondan önce vapurda ve dolmuşta… sanırım kendime eziyet etmekten büyük bir haz duyuyorum. ne diyorlardı bu tür vakalara? hıh, buldum… mazoşizm… 

STAJYERLIKTEN PROFESYONELLIĞE…

haftayı iş görüşmeleriyle geçirdim. başvurduğum gün %50sinden telefon aldım. görüştüklerimin %90ı geri dönüş yaptı. %60ı düşündüğümden de yüksek rakam çekti. düşündüm taşındım, sonunda birinde karar kıldım. artık stajyerlikten profesyonelliğe ilk adımı atmış, çalışan, iş güç sahibi bir mimarım. her daim beklerim. =) 

6 Ekim 2011 Perşembe

Cansu'nun doğumgünü… 23 yaşına girdi. muhteşem bir yemek, eşliğinde içilen bir şişe şarap ve doğumgünü pastamız… keyifli bir geceydi…

1 Ekim 2011 Cumartesi

IDW MI? TAM BIR HAYALKIRIKLIĞI…

geçen yılın eğlenceli, kıpır kıpır ve dopdolu Istanbul Design Week'in aksine bu sene şaşkınlık yaratacak kadar boş bir köprü karşıladı beni. bu kadar tezatlık şaşılacak şey doğrusu. ne sergiye doğru dürüst katılan marka var, ne de sergileri görmeye gelen insan… çok canım sıkıldı bu duruma. yıllardır giderim, ilk kez bu kadar düşmüş gördüm. 

30 Eylül 2011 Cuma


sonbaharın ilk yağmuru düştü. birazı denize, büyük ölçüde şehre, bir kısmı da yüreğime… hüzün çöktü her yere. herkes, herşey sessiz… suskun… sanki yağmura değil de, soğuyan havaya kırgın…

28 Eylül 2011 Çarşamba


yeni favorim… beğeniniz! =)
aklıma geldi de, bu yıl ne sonbaharı karşıladım, ne de eylül'ü, her yılın aksine… hayatımda belki de ilk defa bir eylül ayını çok mutlu geçirdim. umarım diğerleri de böyle devam eder… gerçi sürekli tartışacak bişiler bulabiliyorum… o yüzden sevgilim benimle uğraşmayı bırakmış! kendim göreyim istiyomuş ve bu yüzden sesini çıkartmıyormuş! AMAANN TANRIMMM, sonunda beni anlayan, müthiş zeki, harika bir erkek! ewet, ewettt!!! biliyorum, daha deneyimlisiniz, daha çabuk sezinliyorsunuz, birçok şeyi öngörebiliyorsunuz… vs. AMA kimin umrunda? annem ve babam da uyarıyor ama kendim görmek istiyorum. hatta açık ve net, bazen yaptığım hataları bile seviyorum. çünkü ben böyleyim… =) (hatta biraz tuhaf bile olabilirim, ama siz zaten beni böyle kabulleniyorsunuz.)
bi de bu noktada değinmeden geçemicem. ilişkimi tartışarak, kavga ederek yürütebilmeyi; deli gibi kızdığım ve hiçbir şekilde sonuçlandıramadığımız halde sebepleri öylece bırakabilmeyi öğreniyorum bu aralar… hatta önce kavga edip, sonra sakince konuşabilmeyi çözüyorum..
bu kız bu konuya takılmış abi, demeyin ama büyüyorum sanırım. bi de değişiyorum ama iyi anlamda… kendimi arıyorum, ipucu bulunca bir kenara not ediyorum… içimde eskilerden neler kalmışsa arada gözden geçiriyorum. işte bunlardan birinde aklıma geldi yine her yıl okullar başlarken, eylül çok hüzünlü olurdu. artık okul bitti diye mi bu sene bana uğramayı unuttu, nedir? özlemişim ben meğerse eylül'ü ve kızıl saçlarını… 

27 Eylül 2011 Salı

yorgunum dostlar, yorgunum… bir haftadır koşturmaca… aslına bakacak olursak, benim işlerim de koşturmacalarım da hiç bitmez. nedendir bilmem, ezelden beri sürekli meşgul olmak, yapacak işlerimin olması, ve bunların peşinden koşturup helak olmaktan sapıkça bir zevk duyuyorum. az biraz çatlak olabilirim, ama deli değilim… boş durmaktan hoşlanmıyorum. aslında boş olmasa bile durmaktan hoşlanmıyorum. tik tak tik tak… 
bu haftaya vize başvurusuyla açılış yaptık. ekim sonu Londra'da olacağım. haliyle onun hazırlıkları vardı, uçak bileti, otel rezervasyonu, vize evrakları… vs. o tantanayı atlatıp kendimi kuaförün hünerli parmaklarına bıraktım. şu saçımı kestirmekten kendimi alamıyorum… bir daha hiç uzatamayacağım sanırım… 
sonra milongaya gittim. çok özlemişim! herkes şıkır şıkır giyinip geliyor. pratiklerden çok daha hoş bir ortamı oluyor. dans etmiyorsanız bile, seyretmek için mutlaka gidin! benim favorilerim MilongaPera ve El Encuentro tarafından düzenlenenleri… 
ee daha başka noldu diyorsanız, arkadaşlarım Banu ve Selçuk evlendi. hep birlikte keyifli bir gece geçirdik. tabi gecede tango çalınınca boş durmadık, sevgilimle. dans ettik birkaç parça… çok beğenildi. 
bu haftayı da kendime ve işlerime ayırmıştım ama sanırım yine dışarılarda ve hep bir yerlerde olucam… pad'im nerdeydi benim?? 

20 Eylül 2011 Salı


fotoğraflara tek tek baktım yine. son gün akşamüstü, güneş arkamızdan kayaların arkasından batarken kumsalda dinlettim şarkımı… gizli inimi, onunla paylaşıyordum ilk kez… bu şarkıda içimi umutla doldurabiliyorum, ya da hüznümü bu şarkıya dökebiliyorum dedim… dinledi, sonra gülümsedi… belli ki o da aynı şeyleri hissetmişti. sonra itiraf ettim. otobüsle dönerken eve, dinliyorum. geçirdiğimiz günü düşünüp mutlu oluyorum dedim. ve vapurla dönerken de geride bıraktığım limana bakıyorum, hep bir hüzün çöküyor içime. seni bıraktığım için… taa gözlerimin içine bakıp gülümsedi, eğilip öptü sonra…

16 Eylül 2011 Cuma

itiraf etmek gerekirse, bloglar bu konuyla ilgili bir dolu yazıyla doluyken ben ne yazabilirim diye epeyce bir düşündüm… sonra dedim ki, aklıma niye yazacak birşey gelmiyor. beynimde o güne ait imajların kitlenmiş olduğunu ancak o zaman farkedebildim. sonra olaylar flashback olarak geri dönmeye başladı.
kent merkezinde oturanları burdan tebrik ediyorum, ne kadar şehrin gürültüsü ve kaosu içinde yaşıyor olursanız olun, emin olun benim çektiklerimi yaşamıyorsunuzdur… 15 Eylül 2011, hayatımda gördüğüm sayılı günlerden biri olarak anılarımda yer edindi. girip çıkmadığım yol kalmadığı için diyebilirim ki, istanbul'da ne kadar cadde, yol varsa sonuna kadar tıkalıydı… ister maç deyin, ister başka birşey, hatta sebeplerine isterseniz, fashion night out'u da ekleyebilirsiniz_ki bu içlerinde en hafif kalanı_trafik tam anlamıyla durdu. 3,5-4 saate levent'e ancak gelebildim ve otoparkta yer bulup da içeri kendimizi attığımızda zaten yorgunluktan ölebilirdim. gerisini de hayal mayal hatırlıyorum… içerideki mağazaları, etkinliklerini, indirimlerine bakarken saati 11 edip markalar sokağına öyle çıktık.
genel olarak etkinliğe katılım geçen seneye oranla daha hafifti. özellikle genç kesimin, üniversite tayfasının daha da çok katılımını beklerdim ki, ciddi anlamda hayal kırıklığına uğradım diyebilirim. haftaiçi yapılıyor olması da ayrı bir dezavantaj idi bence… bir başka nokta da yapılan ikramlardı… mağazaların sunumları…vs gayet hoştu ama sponsorun yetersizliği, şarap/bira ikileminden çıkılamamış olması ve tabi ki sunumlardaki eksiklik, dolayısıyla da FNO standlarında yaşanan izdiham gözüme en çok çarpan noktaydı.
tabi öncelikle eksik görülenler söylenir ama güzel yanlarını da söylemek lazım…  geceye özel tasarlanan t-shirtler, çantalar çok güzeldi… dışarıda oturacak yerler daha çoktu ya da en azından yanında durulabilecek standlar vardı… 
yine de daha iyi olabilirdi. tatminsizlik mi doyumsuzluk mu yoksa burnu havadalık mı bilemiyorum ama kollektif çalışmalar yapılabilir, daha yaratıcı fikirlerle ortaya çıkılabilirdi diye düşünüyorum… bakalım seneye nasıl olacak? 

14 Eylül 2011 Çarşamba

ENRICO MACIAS, HARBIYE AÇIKHAVA’DA…

romantiktir benim sevgilim… enrico macias'ı çok sever. birkaç kez söyledi, gitsek keşke diye… bundan daha güzel bir hediye olabilir miydi? gidip aldım iki bilet, onun da aynı şeyi yapmadığını ümit ederek. hediyelerimizi verirken dayanamadım. sır tutamam ki ben… çıkarıp koydum önüne biletleri. dondu kaldı… söyleyecek söz bulamadı. onu hiç bu kadar şaşırmış görmemiştim. resmen dili tutuldu. onun da bilet almaktan son anda vazgeçtiğini öğrendiğimde, bu defa ben şaşırdım… aynı şeyleri düşünüyor olmak zaman zaman korkutucu olabiliyor… 4 biletle, karşılıklı pişti olabilirdik ne de olsa =) 
oldukça kalabalık, çok keyifli ve inanılmaz romantik, güzel bir geceydi… 

13 Eylül 2011 Salı

BUGÜN BENIM DOĞUMGÜNÜM…

tuhaf… küçükken bütün gün çıldırırdım. akşama kadar anneme yardım eder, misafirler gelinceye kadar her yerin eksiksiz olması için canla başla çalışırdım… şimdilerde ise herhangi bir günden farkı yokmuş gibi geliyor-du! sabahın köründe arayıp en tatlı sesiyle doğum günümü kutlayan sevgilimi duyuncaya kadar… çocuklar gibi sevindim ve kendimi doğum günü çocuğu gibi hissettim.
olabilecek her türlü aksilik, gün boyu yakamı bırakmazken; benim nasıl uysal, sakin ve tasasız olduğumu görünce kaçtı sanırım! doğum günlerimin olmazsa olmazı bir Starbucks Partisi yaptık… akşam da aile arasında kutladık. 
şaka maka artık 24 yaşını devirdim… çok büyük bir yaş değil belki ama ileri dönük bakınca zamanın nasıl hızlı geçtiğini farkediyorum. korkutucu geliyor, bir o kadar da heyecanlı… zaten hayatın kendisi başlı başına bir adventure… 
iyi ki doğdum… =)

8 Eylül 2011 Perşembe

KUŞLAR EVE DÖNDÜ…

anneyle baba nihayet eve döndü. dolayısıyla evdeki saltanatımız da sona erdi. =) en sevindirici yanı ise artık kendimi ev kadını gibi hissetmiyor oluşum. ev boşken desperate housewife'a dönüşüyorum sanırım. 

6 Eylül 2011 Salı

♥ JAY KAY & JAMIROQUAI ♥

kime niyet kime kısmet derler böylesine… hiç aklımda fikrimde yokken, alınmıştı biletler. üstelik fırsatım da olmamıştı ilgilenecek kadar. biletin sahibi sevgili arkadaşım ise, Litvanya'da düzenlenen 2011 Avrupa Basketbol Şampiyonası'nı izlemek üzere planlar yapmıştı. tabi noldu? Jay'in bileğini burkması bana yaradı. maç ile konser tarihleri çakışınca, bilet önüme altın tepsiyle sunulmuş oldu… 
hareketleri, mimikleri, dansları, şarkıları ve elbetteki kızılderili başlığı ile çok sempatikti… sanki 40ında değil de 4 yaşındaymış gibi kıpır kıpırdı. her ne kadar bu hareketliliği, net fotoğraf çekmemi güçleştirse de, onun bu zıpçırık halini sevdim. onu Jay Kay yapan da bu… 

3 Eylül 2011 Cumartesi

¿TATIL?

mum eşliğinde içilen şaraplar, yanına hazırladığım enfes atıştırmalıklar, elimizde tüttürdüğümüz sigaramız ve bolcana dedikodu… cansuyla geçirdiğimiz keyifli birkaç günün sonrasında ise kendimi bayram tatiline gönderdim. çok güzel, çok keyifliydi… 
bodrum, çeşme gibi yerlerde tatil yapabilenlerden değilim. tatilde benim kafam rahat olmalı… öğrencilik döneminde hiçbirşeye olmadığı gibi, Olympos'un da keyfini sürecek vaktim olmamıştı. hem de tam 3 kez gitmiş olmama rağmen! çantamı topladığım gibi soluğu güneyde aldım. yanımdaki kişinin de benimle aynı moda girebilmesi kadar sevdiğim başka bişi yoktur! zaten insanlar niye bu kadar kasıyor, onu da anlamış değilim. 
çantaları bir kenara atıp kendimizi bıraktık olympos'un kucağına… istanbul'un soğuk yüzü düşmemişti neyse ki. birbirinden güzel geçen tam beş gün… yurtdışında aylarca gezebilirim ama yaz tatillerinin uzunu beni basar, sıkılırım. bu tatil hiç bitmesin istedim… temiz hava yüzünden çardaklarda sızdık, bulduğumuz ilk bara girip balkan müziğinde deliler gibi tepindik, biramızı içip ÖküzBar'da saatlerce dans ettik, Indiana Jones'culuk oynayıp kenti dağ bayır tırmanıp koy koy gezip keşfe çıktık… 
her güzel şey gibi bu da geçti. özlemişim istanbul'u… ehh, artık yeni tatil planları yapmak gerek… ne diyor tatilsepeti, “hepimiz tatil için çalışıyoruz…”

25 Ağustos 2011 Perşembe

BI GÖRÜNÜR, BI KAYBOLURUM...

bayram tatilinde burada olmayacağım için aile meclisi birlikte tatil yapmak istedi. erdek'e kaçtım. kafa dinledim, zira epeydir ihtiyacım vardı. son zamanlarda çok koşturmuştum. çok da özlemiştim, anıları… tazelemek gerek ara sıra…
gezdim, tozdum, yüzdüm, güneşlendim, yedim, içtim, okudum, dinledim, izledim…. ha bir de balık tuttum. eskiden yasaktı dayımın oltalarının arasına girmek, çevresinde dolaşmak, dokunmak, ellemek… ama büyümüşüm demek ki =) önce oltamı yapmayı, sonra da tutmasını öğrendim. çok heyecan vericiydi… galata köprüsünün müdavimlerini anlamış bulunuyorum. 8 balık yakalayabildim.
bi başka gün akşam hava kararmadan midye topladı dayım. ayıkladı, yıkadı. fotoğrafını çekmeden bırakmadım ki pişsin! böyle midye yıllardır yemiyor gibiyim… siz siz olun artık istanbul'da bişicikler yemeyin! yediğimiz herşeyin tadının fake olduğunu direk hissediyorsunuz.
farkettim ki aslında ben ne erdek'i ne gönen'i seviyormuşum, ben o yazlığı seviyorum, o terasta yemek yemeyi, sabah serinliğinde kahvemi içmeyi… bütün gün deniz kokulu havayı içime çekmeyi, güneşi tenimde hissedip, kitabıma dalmayı sonra uyuklamayı. 2 günde zımba gibi oldum, ne sinir kaldı ne stres…  
istanbul'a dönmeden önce de son kez gidip baktım gönen'deki eve. büyüdüğüm için mi bilinmez, gözüme çok küçük geldi. eskiden kapısında oynadığım, içeride dedemin radyosunun çaldığı ve ananemin mis kokulu yemeklerinin piştiği evden artık geriye 3 duvar 1 çatı kalmış. arka bahçesindeki erik ağacını, küçük çeşmeyi, mutfaktaki sediri hayal mayal hatırlayabilsemde onları canlı tutmaya çalışıyorum. 
dönüş yolunda, erdek-gönen arası gidip gelirken bayıldığım günebakanları çektim. tarlaların arasına daldım… sonra kürkçü dükkanı hikayesi işte, döndüm geldim. özlemişim… evimizin farklı halleri var, her zaman başkadır, baş başa kaldığımızda ise bambaşka. ben bu halini özlemişim… başbaşa kaldık. açtık bir şişe şarabı, içtik sigaramızı… şimdi tatil heyecanı sardı…

23 Ağustos 2011 Salı

geçen gece Balkon'daydık. Bilge'nin İspanya'dan dönüşünün şerefine toplanıldı. yenildi içildi… dedikodu dolu bir geceydi…

22 Ağustos 2011 Pazartesi

Tatil öncesi tatili...

ben de bayramda İstanbul'u boşaltan tatilcilerden biri olucam. ama öncesinde hazırlık turları yapmalıyım dedim. tatilin provası gibi. saçma gibi gözükse de geçerli sebeplerim var. tatilde ilk yapılan hata yemeklere saldırı olur. en tehlikeli harekettir. kendimi tutup tutamayacağımı görmüş oldum. ikincisi güneşe amaaann nolcak ki şeklindeki yaklaşımlarla güneş koruması sürünmeden çıkmaktır. ki bunu tatil provasına bırakmadan havuzumuzun başında 15 dakikada kendimi 2. derece yanık yapmıştım bile… üçüncüsü ve en önemlisi kitaptır. üniversite koşturmacası başlamadan önce bir ya da iki günde bir (abartı yok) bir başka kitaba geçerdim. niye? çünkü servisle gidip gelirken rahatlıkla okunabiliyordu. üniversiteye geçince uykusuz geceler, sabahları yollara karışınca eskisi kadar okuyamaz, takip edemez olmuştum. bu yüzden tatil = kitap demektir benim için. kitap okuyamadığım tatili tatilden de saymam. tatil provasında bunu da başardığımı gördüğüme göre gönül rahatlığıyla tatilime gidebilirim artık…